Haberci71.com -  Kırıkkale Haberleri
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Arınmaya yolculuk 16 bölüm

Fazlı GÜVENTÜRK

18 Kasım 2012, 11:15

Fazlı GÜVENTÜRK

Arınmaya yolculuk 16 bölüm

            Kalbi Mekke için Medine için yanıp tutuşan ve oralara ulaştığında 9 şiddetinde sarsılanlar için yazılmış, hem bir rehber olsun, hem yaşadıklarımızı anlatısın amaçlı bu yazılara vesile olanlardan Yaradan razı olsun..

Safa ve Merve        

            Kâbe’nin hemen yakınında iki küçük tepeciktir.

            Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak: “Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah’ı ziyaret eder veya Umre yaparsa, onları tavaf etmesinde bir günah yoktur.” buyurmuştur.

            Hac ve Umre’de yapılmakta olan Sa’yin aslı, Hz Hâcer’in, oğlu Hz. İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşması hadisesine dayanır. Sa’y, Hz. Hâcer’in bu hatırasının canlandırılmasıdır. Safa ile Merve arasında yapılan Sa’y, Allah’ın rahmetinin en büyük tecellilerinden biri olan anne şefkatinin Hz. Hâcer validemizde kendini gösteren şeklinin yâd edilmesidir.

            Safa ile Merve arasındaki gelip gitmelerde işte böyle bir düşünceden kaynaklanan duygu seli yaşanır. İnsan Sa’y alanındaki koşuşturmasıyla, Hz. Hâcer’e somut bir şekilde uzanan İlâhî rahmetten bir şeyler elde edebilme arzusundadır. Safa ile Merve arasında sa’y etmek, Melik’in huzuruna girip çıktıktan sonra dileğinin kabul edilip, edilmediğini bilmediği için sarayın etrafında dönüp dolaşan kimsenin durumu gibidir. Sa’y, acaba Allah beni affetti mi, acaba bu defa bağışlar mı? Diye Safa-Merve arası gidip-gelmektir.          Sa’y ederken, her sa’y eden, Safa ve Merve arasında asırlar ötesine gider. Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün genç ninesinin bu iki tepe arasında koştuğunu müşahede eder.

            Orada önemli bir şeyin peşine düşülmüş gibi, takipler aralıksız devam eder. Aranan şeyin zuhur edeceği ana kadar da gelip gitmeler sürer durur. O yolda rastlanılan her iz ve emare insanın heyecanını bir kat daha artırır.   Bazen, mes’ada koşan insanların, daha çok bir nehrin akışına benzeyen çağıltılarına karışarak, bir koro şivesiyle hislerini dile getirerek bazen de hiçbir şey ve hiçbir kimse görmüyor olma ruh hâletiyle, tek başına Sa’y ediyormuşçasına, gözünde Hz. Hâcer’in silueti, elinde gönül kâsesi, göklerden gelip alevlerini söndürecek bir rahmet bekler. Ve ruhunu yakan kendi ateşiyle beraber, intizarın bitmeyen hasretiyle de kavrulur durur.

            Mes’âda çok defa hakikatler hayale karışır ve çevredeki insanlar bazen sükûtun derinliğiyle, bazen de çığlık çığlık hıçkırışlarıyla, kâh mizana sürükleniyor gibi, kâh Kevser’e koşuyor gibi yer yer yutkunur, zaman zaman da rahat bir  nefes alır ve geliş-gidişlerine, iniş-çıkışlarına devam ederler.

            Say sadece Umre ve Hac’da ihramlı olarak yapılır. Nafile yapılan tavaflardan sonra sa’y yapılmaz. İslamdan önce cahiliyle döneminde iki tepede de birer put vardı. Safa’daki put erkek insan suretinde idi. Buna İsaf denilirdi. Merve’deki put da kadın suretinde idi. Buna da Naile denilirdi. Ehl-i Kitâb bu ikisi arasında tavaf eder, bunları mesh ederlerdi. Her ne kadar İslam bu putları kaldırmışsa da bazı kimselerin içinde bir şüphe kalmıştı. Safa Merve arasında Sa’y etmekte tereddüt ettiler. Bunun üzerine bu ayeti kerime indirildi

            Peygamberimizin Kureyş’i daveti geldi aklıma. Allah-u Teâlâdan; “En yakın akrabalarını uyar” mealindeki ayet indirilince, Efendimiz evinden çıkıp Safa tepesine geldi. En büyük kayaya çıktı. Sonra; kabileleri isimlerini sayarak çağırdı. O dönemlerde çok mühim hadiselerde halkı bilgilendirmek için Safa tepesinden seslenmek âdeti vardı. Kabileler hemen toplandılar. “ İşte buradayız, ne söyleyeceksin?” dediler. Efendimiz: “Ben size bu dağın arkasında ve şu vadide düşman atlıları var. Sabaha veya akşama üzerinize hücum edecekler desem bana inanır mısınız?” dedi.

            Oradakiler; “Evet, senin şimdiye kadar yalan söylediğini işitmedik.” dediler.

Efendimiz; “ Öyleyse, ben size önünüze gelecek daha büyük bir azabı bildiriyorum. Sizi, “Allah birdir, ondan başka ilah yoktur” demeye davet ediyorum. Bunu söylerseniz cennete gideceksiniz, aksi halde ben, dünyada ve ahirette size bir fâide temin edemem.” dedi.Bu konuşma karşısında Ebû Leheb öfkeyle, eline bir taş almış ve Efendimize fırlatırken; “ Helâk olasıca; Bizi bunun için mi çağırdın?” diye

bağırdı ve orada bulunanlar dağılıp gitmişlerdi.

            Bu hadise üzerine Allah-u Teâlâ Tebbet suresini indirdi.

            Tebbet Suresinin Anlamı (Manası)
            Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu gitti. Ona ne malı ne kazancı yaramadı. O da, gerdanında bükülmüş bir ip olduğu halde odun hammalı olarak karısı ile birlikte alevli bir ateşe atılacaklar

 

Kâbe’nin dibi         

            Öyle yakınım ki, mesafe bitti, ıraklık sona erdi, gönül ile eriştiğim Kabe’ye elimi uzatıyorum ve değiyorum. Aradaki tavaf yapanlar bitti, yürüyenler, koşanlar, tekerlekli sandalye ile görev yapanlar bitti.

            Elimi uzatıyorum ve değiyorum.

            Tavaf yaparken öyle bir ruh hali ile dönüyorsunuz ki, kendinizi içe içe gider buluyorsunuz. Yok öyle zemin eğimli falan değil. ama ruh hali eğimli, gönül eğimli ve bu eğimle merkeze giriyorsunuz.

            Kaçıncı şaft bilmiyorum ama dönerken merkeze geldiğimi hissettim. Kendimi Kabe’nin dibinde buldum. Kollarımı dayadım, ellerimi yapıştırdım, iyice uzattım gökyüzüne. Dirseklerimin kırık olmadığı gibi içimdeki tüm güzel duygular da düzdü, saftı, temizdi. Alnımı burnumu secde yaptığı gibi yapıştırdım Kabe’nin duvarına. İnanın yine zaman durdu, yine can çıktı bedenden, yine ruh aradığını buldu ve inanın hiç bir şey bu kadar güzel değildi.

            Ancak bu bencillik yapmak istemiyorum. Herkes buranın aşkı ile yanıyor, herkes dokunmak için can atıyor. Nasıl Hacerül esfete başımı soktuğumda, nasıl hicri İsmail’de namaz kıldığımda beni kimse söküp atamazdı oradan ancak ben kendi isteğimle başkası için ayrıldımsa buradan da kendi isteğimle ayrılıyorum. Ayrılmadan herkese dua ediyorum. Vatanıma milletime, insanlığa, akrabama, eşime dostuma, arkadaşıma, evlatlarıma ve geçmişlerime tek tek dua ediyorum. Hızlı oluyorum ve çekiyorum mübarekten alnımı.

            Bir iki şaft daha yapıyorum ve ezan okunuyor. Hemen Kabe’nin dibine oturuyorum. Askerler Kabe’den insanları biraz uzaklaştırıyor. Saflar oluşmadan oturuyorum en öne. Kabe ve ben. Kimse yok, ne tavaf yapanlar var, ne yalvaranlar ne ağlayanlar var. Ben ve Kabe. Karşı karşıyayız. Hani kızacaksınız ama “kişiye özel” durumdayım ve “kişiye özel namaz “kılacağım.

            Abdurahim hocanın dediği gibi teşbihte hata olmaz. Kâbe Yaradan’ın dünyadaki eli kabul edersek, bundan büyük mutluluk mu var. Rabbin dizinin dibinde, gözünün önünde, etelerlinde namaz kılacağım. Bundan ötesi var mı?

            Allahu Ekber dediğinizde karşınıza bakıyorsunuz. Namazın her anını yaşayarak kılıyorsunuz. Uzaktan sadece siyah örtü olarak görünen ama yaklaştığınızda binlerce “Allah” yazısının güzel hat sanatı ile yazıldığını görüyorsunuz. Dalıyorsunuz namazda bu siyah yapıya bu kadar yakından ve rüku rükua secde secdeye benziyor.

            Şükürler olsun yaşıyoruz, bir daha nasip olmaz, nasip olanı yaşıyoruz doyarak ve haz alarak.

Yazının devamı bir sonraki gün

Bu haber 3811 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
KIRIKKALEDE TARİH YAZAN ÜÇLÜ10 Ocak 2021

HABER ARA


Gelişmiş Arama

REKLAMLAR



 


RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi